3 Şubat 2016 Çarşamba

5 MADDEDE 
SOSYAL HİZMET UZMANININ ROLLERİ

Sosyal hizmet uzmanlarının mesleki bilgi, beceri, değer ve etik ilkeler çerçevesinde çalıştığını bilmeyeniniz yoktur. Var mı? Yoktur yok, eminim.
Neyse konumuz şimdi bu değil. Zaman zaman bu profesyonellerin mesleki işlevleri ve buna karşılık gelen rolleri hakkında yeterli düzeyde bilgi sahibi olunmadığı için bir karmaşa, bir belirsizlik, nasıl desem bir çelişki doğmaktadır. İşte ben Süper Sosyal Hizmet Uzmanı, kafanızdaki tüm bu kargaşayı en temel 5 rolle yok etmeye geldim. Tişikkirlir!


1. "Savunuculuk" en baba rollerden birisidir!
(Aman Tanrım! Yukarıda baba rol dedim, feminist meslektaşlarım şaapmasa bari..) 
Sosyal Hizmet Uzmanı, insan hakları, sosyal adalet ve etik ilkeler temelinde danışan veya vaka savunuculuğu yapar. Ezilen, dışlanan, ötekileştirilen, ayrımcılığa uğrayan; kısaca toplumun dezavantajlı gruplarının hakkını kimseye yedirmez, hakkı lütuf görenlere de eyvallah demez! Yaa, sen ne sandıydın?


2. Çok Pis "Bağlantı Kurucu"dur!
Sosyal Hizmet Uzmanı, danışanının durumunu vaka yönetimi yoluyla değerlendirdikten sonra kaynaklar ve danışanı arasında bağlantı kurar. Planlı değişim süreci çerçevesinde yol alır. Adeta Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan Unkapanı Köprüsü gibidir. Pardon Boğaziçi Köprüsü olacak o!

3. "Kolaylaştırıcı" olduklarını söylemeye gerek bile yok!
Sosyal hizmet uzmanı danışmanlık işlevi görerek gerek resmi örgütsel gelişmeyi destekler, gerekse kolaylaştırıcı rolü üstlenerek bireylerin ve grupların kaynaklara ulaşım yolunu açar. Yani kanka nasıl söylesem, adeta kışın Doğu'da hastayı tam vaktinde köyden hastaneye ulaştıran kar ambulansı!


4. "Danışmanım" olur musun?
Tatlım, tatlım bi saniye! Psikososyal değerlendirme yaparak bireysel ve toplumsal dengeyi korumaya yönelik bakım, rehabilitasyon ve sosyal tedavi sağlayan kimdi? Tabii ki sosyal hizmet uzmanı. Sorunu duymamış olayım, aşırı üzüldüm.


5. Birisi "Değişim Ajanı" mı dedi?
Değişim Ajanı! Waauw, amma havalı! Tamam tamam sosyal hizmet uzmanının elinde sihirli değnek yok, kabul; ama bilimsel bilgi ve beceri var. Sosyal sorunların ve politikaların analizlerini yapar, bireylerin ve toplumun ilgisini çeker ve mikro boyuttan, makro boyuta dek olumlu yönde değişim yaratır ve bu değişimi korur.


9 Aralık 2015 Çarşamba


YAŞLANMA VE HIV RİSKİ


Son dönemlerde yapılan araştırmalar 2015 yılı sonuna doğru ABD’de HIV ile yaşayan yetişkinlerin %50’sini yaşlı bireylerin oluşturacağını öngörüyor. Aynı araştırmalarda, 50 yaş ve üzeri yetişkinler arasında HIV/AIDS’e yakalanma oranının en yüksek olduğu risk grubunun ve 1980’lerden bu yana HIV/AIDS’in görülme oranının ve yaygınlığının en yüksek olduğu grubun gay ve biseksüel erkeklerin oluşturduğu belirtilmektedir. HIV’den etkilenen diğer gruplar arasında ise evsiz olmak kaydıyla siyahilerin, koyu esmer İspanyolların ve ağır ruhsal hastalığı olan yetişkinlerin bulunduğu ifade ediliyor. Heteroseksüel ve LGBTİ‘lere özgü yaşa bağlı gelişen HIV/AIDS risk faktörleri için alınan önleme hizmetlerinde aşağıdaki maddelerin dikkate alınması önemlidir.

Yaşla İlgili Risk Faktörleri: Bilgi Eksikliği; Çoğu yaşlı birey HIV bulaşıcılığının ve kendisini ondan nasıl koruyacağının bilgisine yeterli derecede sahip değildir. Çünkü risk faktörleri 1980’lerdeki patlaklıktan sonra ciddi değişiklik gösterdi. HIV/AIDS için yapılan kan taramaları öncesinde, kan nakli bu yaş grupları için bulaşıcılığın birincil yolu olarak görünüyordu. Diğer bulaşıcılık yolları ise 1980’lerden sonra tespit edildi. Bu sebeple yaşlı bireylerin HIV’in bulaşması mümkün olan tüm yollar ve kendi yaş grupları için yüksek risk oluşturan özel durumlar hakkında eğitime ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz.

Biyolojik Risk Faktörleri: Yaşlı kadın ve erkekler yaşa bağlı biyolojik risk faktörlerine sahiptir. Bir kadının menopoz deneyiminden sonra, yaşa bağlı olarak vajina incelmesi meydana gelir ve vajinal bölgede kuruluk oluşur. Bu durum vajinal dokularda HIV bulaşmasını kolaylaştırabilir. Kadından kadına HIV bulaşması nadir olmasına rağmen, biyolojik risk faktörleri kadınların yaşı oranınca artmaktadır. Ayrıca ereksiyon güçlüğü ile karşılaşan erkeklerin prezervatif kullanım zorluğu da artabilir. Bu yüzden bazı erkekler cinsel ilişki sırasında bunları kullanmayıp, korunmasız ilişkiyi seçebilir.

Riskli Cinsel Davranış: Çoğu yaşlı heteroseksüeller ve LGBTİ’ler, ortalama 80 yaşına kadar cinsel olarak aktif kalırlar ve genç yetişkinler gibi çoğu yaşlı yetişkinlerin de birden fazla seks partneri olabilmektedir. HIV sözleşmesine sahip yaşlı LGBTİ’lerin %59’u ise halen cinsel olarak aktiftir. HIV enfeksiyonuna sahip yaşlılar da dahil olmak üzere cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanmayan çoğu yaşlı, HIV pozitif riski bulunan biriyle cinsel ilişkiye girebiliyor. Dolayısıyla bulaşıcılık riski artıyor. Öyle ki yaşlı bireyler arasındaki tüm AIDS enfeksiyonlarının %60’ını erkeklerle korumasız cinsel ilişkiye giren erkekler oluşturuyor.

Ereksiyon Bozukluğu Tedavisi İçin Kullanılan İlaçlara Erişilebilirlik: Erektil fonksiyon bozukluğu tedavisinde kullanılan ilaçlardan sildenafil (viagra) reçete sahiplerinin en yüksek oranını 50-69 yaş arası yetişkinler oluşturuyor. Ereksiyon bozukluğu tedavisi için kullanılan ilaçlar yaşlı yetişkinler arasında HIV/AIDS’in yayılmasına yıl açabilir. Şöyle ki reçeteli ve reçetesiz satılan bu ilaçlara kolayca erişilebilir olması erkeklerin ileri yaşlarda cinsel yönden aktif kalmasına izin verebilir. Güvenli seks için gerekli önlemlerin alınmaması halinde ise HIV bulaşma olasılığı artabilir.

Önleme Önündeki Engeller: Kalıplaşmış yaşlılık; Çoğu insan yaşlı bireylerin düşük libidoya sahip olmaları nedeniyle cinsel ilişkiye giremediklerine inanıyor. Çoğu sağlıkçı da bu tip kalıp yargılara inanabiliyor. Sağlıkçıların yaşlı hastalarıyla cinsel aktiviteleri hakkında konuşmaları genellikle daha az olası bir durum olarak karşımıza çıkıyor ve çoğu zaman hastalarına sadece soru sormakla yetinebiliyorlar: “Cinsel olarak aktif misiniz?”, “Prezervatif kullanmayı biliyor musun?” ya da “Heteroseksüel, gay, lezbiyen, biseksüel ya da transseksüel misiniz?” gibi.

Düşük HIV Testi Oranları: Test yaptırılmasına ve tıbbi bakım sağlanmasına ilişkin HIV enfeksiyonuna sahip tüm bireyleri belirlemek ve zamanında tedaviye başlamak tüm ülkelerin HIV/AIDS stratejisi kapsamında olmalıdır. Ancak günümüzde yaşlı heteroseksüel ve LGBTİ’lerin HIV taraması ciddi derecede düşüktür. Yaşlı bireyler arasındaki HIV test oranlarının düşük olması, HIV kapma riski konusundaki farkındalığın az olması ve sağlıkçıların yaşlı bireylere HIV testi yaptırmaları konusundaki önerilerinin başarısızlığı ile ilişkili olabilir.

Tanı Konulamayan HIV/AIDS: Çok nadir de olsa sağlıkçılar HIV/AIDS’e tanı koyamayabilirler ve/veya HIV testi yaptırılmasını önermeyebilirler. Çünkü HIV/AIDS belirtileri enerji eksikliği, kilo kaybı ve kısa süreli hafıza kaybı gibi normal yaşlanma sürecini taklit edebilir. Bu yüzden de çoğu yaşlı bireyin HIV tanılarını doğrudan ilgili doktorlarından değil de diğer tıbbi sorunları nedeniyle hastanede yatarken öğrenebildiğini söylemek mümkün.

HIV Enfeksiyon Tanısının Geç Konulması: HIV enfeksiyonu çoğu zaman yaşlılarda gençlerden daha sonraki bir aşamada teşhis edilebiliyor. HIV enfeksiyonunun geç tanı alması, antiretroviral (HIV/AIDS'li yetişkinlerin ve çocukların daha uzun yaşamalarının sağlanması) tedavisi etkinliğini kaybederek hastalığın ilerleyen aşamalarında başlaması anlamına gelir. Sonuç olarak yaşlılar gençlere göre HIV/AIDS’in daha gelişmiş bir versiyonu ile karşılaşırlar ve tedaviye geç başlanması AIDS’in ilerleme olasılığını daha da arttırır.

Ayrımcılık: Yaşlı LGBTİ’lerin çoğu tedavilerini ayrımcılıktan korktukları için ertelemektedir. AIDS fobisine ek olarak, homofobi ve yaş ayrımcılığı da ihtiyaç duyulan hizmetlere erişimde engeller yaratabilir. Yaşlı LGBTİ’lere karşı yapılan ve ömür boyu süren ayrımcılık, onların sağlık durumuna ilişkin hizmete erişim ve katılım davranışlarını ve durumlarını etkileyebilir. Diğer yandan HIV pozitif hastalarının hizmet ararken reddedilmeleri daha sık karşımıza çıkan bir durum olabiliyor veya HIV negatif hastalarla karşılaştırıldıklarında daha yetersiz bir tedavi sürecine dahil edilebiliyorlar. Daha fazla ayrımcılık korkusu da böylece kanıtlanmış oluyor.

İçselleştirilmiş Damgalama: Tarihsel dezavantajlı gruplardan olan LGBTİ’lere yönelik geliştirilmiş büyük toplumsal değerler, inançlar ve olumsuz tutum ve davranışlar bu bireylerce özümsenebilir ve sonra kendilerini bu kalıp yargılar çerçevesinde değerlendirip çaresiz hissedebilirler. Birçok yaşlı LGBTİ kendi kimlikleri hakkında olumsuz görüşleri bir ömür boyu muhtemelen duydu öyle değil mi? Kendileri hakkında verilen bu sürekli negatif olumsuz mesajlar içselleştirmeye yol açabilir ve kişinin kimliğini müthiş bir şekilde etkileyebilir. 80 yaş ve üstü insanların diğer yaş grupları ile karşılaştırıldığında içselleştirilmiş damgalanma oranının en yüksek olduğu grup olduğu yapılan araştırmalarda açıklandı. İçselleştirilmiş damgalanma HIV/AIDS tedavisini zorlaştırabilir. Unutmadan HIV pozitif yaşlılarda içselleştirilmiş damgalanmanın, HIV ile ilgili kötüleşen semptomlar ve depresyonla ilişkili olduğunu söylemek mümkün.



Sosyal Hizmet Uygulama ve Politikaları

HIV/AIDS konusundaki Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu politikasının, incinebilir grupların eğitimi için gerekli çabanın gösterilmesi üzerine odaklandığını görüyoruz. Sağlık çalışanlarının yaşla ve LGBTİ’lerle ile ilgili kalıplaşmış söylemlerinin sonlanması ve yaşa ve LGBTİ’lere özgü HIV’i önleme hizmetlerinin artması kadar, dünyada yaşayan 50 yaş ve üzeri HIV Pozitif heteroseksüel ve LGBTİ yaşlıların sayısındaki artışın bilinmesi, hastalığın yayılmasını önlemek için atılacak adımlar açısından önemlidir.

Geniş ölçekli sistemi değiştirebilmek için özellikle sosyal hizmet uzmanlarını, psikologları, doktorları ve hemşireleri kapsayan, yaş ve LGBTİ’lerle ilgili kalıplaşmış söylemlerin kişisel olarak farkındalığının oluşmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durum yaşlıların bakımını olumlu yönde etkileyebilir. Yaşlı heteroseksüel ve LGBTİ’lerin cinselliğine yönelik ortak personel eğitimine sağlık çalışanlarının dahil olmaları önemlidir. Aynı zamanda sağlık kurumları ve personelleri ile ilgili sürekli mesleki gelişim programlarına yaşlı bireylerin HIV riskleri de dahil edilmelidir. Sağlık çalışanları için geriatri üzerine yaşlanma klişelerinin tartışılması,  kurslar ve sürekli eğitim birimleri içinse resmi eğitim müfredatı zorunlu tutulmalıdır.  Bulaşıcı hastalıklar için özel risk faktörleri hem heteroseksüel hem de LGBTİ yaşlılar için normal yaşlanma süreci kapsamında değerlendirilmelidir.

Yaşlı LGBTİ’lerin HIV/AIDS ile ilgili gereksinimlerine politikalarda, uygulamalarda ve araştırmalarda yeterince yer verilmemektedir. Özellikle yaşlı LGBTİ’ler için uygun önleme hizmetleri oluşturulurken, ayrımcılığın ve içselleştirilmiş damgalanmanın yaşam boyu etkilerini dikkate almak gerekmektedir. HIV enfeksiyonunu önlemede; risk taraması, risk değerlendirmesi, risk azaltma danışmanlığı ve HIV testi yaptırılması rutin bakımın bir parçası olarak sağlık kuruluşlarına dahil edilmelidir. Sağlık kuruluşlarındaki tüm klinik personeller, yaşlı bireylerde HIV’in önlenmesi ve yaşlı LGBTİ’lerin HIV önleme hizmetlerine erişimindeki engeller hakkında eğitilmelidir. HIV önleme hizmetleri (test yaptırma, eğitim çalışmaları vb.) sağlık kuruluşlarında sınırlı olmamalıdır. Daha doğrusu bu hizmetler, hem heteroseksüel hem de LGBTİ’lerin yaşlı merkezleri, emeklilik toplulukları, huzurevleri, sağlık fuarları ya da LGBTİ sağlık hizmet kuruluşlarındaki uygulamalara katılımları açısından ulaşılabilirliği kolay olmalıdır.

Önleme hizmetlerine, yaşlı heteroseksüel ve LGBTİ’lere özgü ve yaşa bağlı HIV/AIDS risk faktörlerini incelemenin yön verdiğini söyleyebiliriz. Ancak yine de ısrarla toplulukların, sağlık çalışanlarının, araştırmacıların, politika yapıcıların ve diğer paydaşların bu nüfus için risk oluşturacak faktörleri önleme tedbirlerini geliştirmeleri kaçınılmaz kılınmalıdır. Yaşa ve LGBTİ’lere özgü önleme hizmetlerini geliştirmek ve korumak için engellere meydan okumak, HIV/AIDS’ten korunmak amacıyla gerekli hizmetleri benzersiz ihtiyaçları olan bu gruplara sunmanın öncelikli yolunu açacaktır.

Not: SPoD LGBTİ nin "LGBTİ Dostu Belediyecilik Protokolü”nü imzalamış olan Şişli Belediyesi'nde LGBTİ’lere yönelik sağlık hizmetlerinin daha geniş kapsamlı verilmesi amacıyla poliklinikte cinsel yolla bulaşan hastalıklar için “Üç ayda bir ücretsiz tahlil, rumuz ile kayıt ve anonim test imkânı” sağlanmaya başlandı. 1 Ekim 2014 tarihi itibariyle, Şişli Belediyesi’ne ait Sağlık İşleri Müdürlüğü Binası’nda bulunan polikliniğin çalışma saatleri uzatıldı. Poliklinik bünyesinde bir aile hekimi, haftanın 5 günü, saat 20:00’a kadar hizmet verecek.

Beslenilen kaynak için bakınız: http://www.socialworktoday.com/archive/070714p26.shtml


27 Ocak 2014 Pazartesi

ŞOK İLE BAŞ ETME STRATEJİLERİ



Beklenmedik zamanlarda, duygusal baş etme kapasitenizin üzerine çıkan öngörülmez olaylarla karşılaştınız mı hiç? Duygusal, cinsel, fiziksel ya da ekonomik istismara uğrayabilir, hayati önem taşıyan bir hastalığa yakalandığınızı öğrenebilir, kaza geçirebilir, afet yaşayabilir, işkence görmüş olabilirsiniz mesela. 

Her bireyin yaşanılan olay karşısında verebileceği tepkiler temelde benzer özellikler gösterse de, biricikliği de beraberinde getiriyor aslında. Ama biz temel olan tepkiler üzerinden gidelim ve yaşadığınız şokun etkisini azaltmak için neler yapılabileceği hakkında biraz konuşalım.

Şokun ilk 24 saati ve sonraki 3 günü oldukça önem taşır. Bu yüzden bu süreci en iyi şekilde yönetmek için bazı baş etme stratejileri geliştirmekte fayda görüyorum.

  • Olayı yaşadığınız çevrede (ev, mahalle, şehir, ülke..) değişiklik yapın.
  • Yalnız kalma duygusu her ne kadar ağır bassa da, mutlaka sosyal destek sisteminizden (aile, arkadaş, patron..) beslenin.
  • Olumsuz duygu ve düşüncelerden arının.
  • Gerçeklik algınız açık olsun, kendinizi kandırmayın ancak aldığınız en ufak olumlu ışığı da takip edin.
  • Öz saygınızın ve kendinize olan inanç sisteminizin zarar görmemesi için kendinizi suçlamaktan sakının.
  • Ailenizle, arkadaşlarınızla ya da yanındayken kendinizi en olduğunuz gibi hissettiğiniz bireyle yaptığınız konuşma, kendinizle yaptığınız konuşmadan mutlaka daha sık ve etkili olsun.
  • Güven duygunuzu olumlu yönde yoğuracağını düşündüğünüz mekân, nesne ve bireyleri sürecinize dahil edin.
  • Yaşadığınız her ne ise çözümü ya da onarımı için neler yapabileceğinizi sıralayın, en basit olanından uygulamaya başlayın ve sonuca ulaşıncaya dek mücadele edin.
  • Müzik dinleyin.
  • Doğada vakit geçirin.
  • Kalabalıklara karışın.
  • Yasınızı tamamlamadan yeni bir hayata başlamayın.
  • Bu süreçlerin hepsinde alanında uzman çalışan profesyonellerden (psikiyatr, sosyal çalışmacı, psikolog..) destek alın.

                                                                                                                                    İnanın ve sevin.. İyi şanslar!




21 Mart 2013 Perşembe

Ç İ K O L A T A



Uzun zamandır kendisiyle röportaj yapmak istediğim birisi vardı ve şu an tam karşımda: Diyetisyen Melda Demiröz. Aklımı kurcalayan birçok soru var ve bu soruların yanıtları da şimdi tam karşımda. Ama “nasıl zayıflarım?”ı konuşmayacağız bu defa. Sıkı durun! Konumuz çikolata!

Genel olarak baktığımızda diyetisyen ve çikolata ikilisini yan yana görmüyorum. Görürsem de çikolata diyetisyenin yasaklar listesinde oluyor. Hakkınızda bir dizi araştırma yaptım ve bu araştırmalarım gösterdi ki, siz gerçek bir çikolata düşkünüsünüz. Diyetisyen olarak siz ve çikolata düşkünlüğünüz arasında bir tezatlık yok mu? 



- Hayır. Bu bir tezatlık değil. Her ne kadar çikolata yüksek kalori içermesi nedeniyle günah keçisi olarak ilan edilmiş yiyeceklerden olsa da ve çoğu zaman diyet yasakları arasında bulunsa da, ben bunu doğru bulmuyorum. Öyle ki çikolatanın  ilk keşfedildiği zamanlarda Tanrıların besini olarak adlandırılması, bunun bize Tanrı'nın bir lütfû olduğunu göstermiyor mu? Dikkat edilmesi gereken nokta çikolata yememek değil, çikolatanın dozunu ayarlayabilmek.



Mezuniyet tezinizi de çikolata üzerine yapmışsınız?


- Evet, hatta mesleğim bile belli değilken sırf çikolataya olan ilgim nedeniyle çocukluğumdan beri üzerinde çalışmak istediğim bir konuydu bu. Tabi bu çalışmam da çikolatayı daha yakından tanımama vesile oldu. Tezimde çikolatanın faydalarına değinirken özellikle antioksidan etkisinden bahsettim, ki kakaonun oranına göre bu antioksidanın oranı bilinen en yüksek antioksidanlı yiyecekten bile daha da yüksek olabiliyor. Bu yüzden çikolata benim beslenme planımda yer alan yiyeceklerden birisi.

Peki, bu noktada diyetisyen Melda Demiröz’ün bir çikolata bağımlısı olduğunu söyleyebilir miyiz?

- Evet! Ben gerçek bir çikolata bağımlısıyım. Kendimi bildim bileli çikolatanın bağımlılık yapıcı etkisini savundum. Öyle ki tezimde üzerinde en çok durduğum nokta da buydu. Savunduğum sonuca da ulaştım. 

Merak ettiğim bir husus var. Bunu halkı temsilen soruyorum. Ben çikolatayı çok seviyorum; ama vücudumun deformasyona uğrayacağı endişesi taşıyorum. Günde ne kadar çikolata yemeliyim ki bu kaygımı yok edebileyim?

- Elbette bu sorunuza vereceğim yanıt kişiden kişiye göre değişecek; ancak ideal olan ve benim önerdiğim günlük 40 gr çikolata sınırını aşmamaktır. Ancak burada çikolatanın çeşidi de çok önemli. Beyaz çikolata içerisinde kakao tozu bulundurmaz ve az önce bahsettiğim antioksidan etkiyi sağlamaz. Sütlü çikolatada da bu oran oldukça düşüktür. Önerdiğim çikolata bitter çikolata, hatta önerim en az %70 ve üzeri bitter çikolata. Ayrıca karamelli, kremalı ya da aramalı çikolatalar da, yüksek şeker barındırması nedeniyle gündemimde yer edinmeyen çikolata gruplarından.

Yıllardan beri süregelen bir efsanemiz var, malumunuz. "Çikolata insanı mutlu eder." Sizin bu konudaki fikriniz nedir?

- Buna katılıyorum. Çikolata seratonin hormonunu uyararak mutluluğumuzu arttırıyor. Bunun yanı sıra çikolatanın erirken ağızda bıraktığı yumuşak tat da bu hazza katkı sağlıyor. Yüksek karbonhidrat ve şekerin de mutluluğa olumlu katkı sağladığı bilinmektedir. Dolayısıyla çikolata mutlu eder.

Peki ya Nutella! Onda mutluluktan ve hazdan çok daha fazlası var bence!

- Nutella ile ilgili şunu söyleyeceğim sadece. Nutellayı ekmeğinize sürerek ziyan etmeyin!

Diğer yandan ben sizin bir İstanbul aşığı olduğunuzu biliyorum. En azından gözlemlerim bana bu hissi veriyor. Ve keşfi seviyorsunuz! İstanbul’da yaşayanların ya da İstanbul’u ziyaret edenlerin hem güzel vakit geçirebilecekleri hem de kaliteli çikolata ile mest olabilecekleri bir mekân söz konusu mu?

- Benim özellikle tercih ettiğim bir mekân var. Ve burası varken başka bir çikolata mekânı keşfetme fırsatım olmadı bile! İstiklal Caddesi’nde J’adore Chocolatier Cafe. Birçok arkadaşımla paylaşıyorum ve herkes harika bir seçim olduğu konusunda geri bildirimde bulunuyor. Neler var burada merak ediyorsunuzdur eminim. Özel olarak İsviçre'den ithal edilen kuvertür çikolatalar kullanılarak hazırlanan dolgu çikolatalardan tutun da, fondüye, çikolatalı pastadan, kuplarda çeşit çeşit çikolata tatlıları mevcut burada. Buranın favori yiyeceğinin Oh La La Beatrice olduğunu söylüyorlar. Fakat benim favorim ise Profiterollü Pasta. Deneyin!

Az önce dediniz, günde maximum 40 gr ve en az %70 kakaolu bitter çikolata tüketmeliyiz. Kendimden biliyorum zaman zaman kontrolü çok sağlayamıyoruz. Böyle günlerde dengeyi sağlamamız için ne yapmalıyız?

- Diyelim ki J’daore’da kocaman bir tabak çikolatalı pastayı tükettiniz ve ertesi gün benim bugün 40 gr. çikolata hakkım var mı diyeceksiniz? Hayır. O hafta içerisinde şeker ve karbonhidrattan olabildiğince uzak durmalısınız. Ve hareketli olmalısınız. Ayrıca küçük bir sır, çikolata kaçamaklarınızı geç saatlere bırakmayın. Gün içerisinde, özellikle de kahvaltı ile öğle yemeği arasındaki süreç daha sağlıklı bir gün geçirmenize fayda sağlayacaktır.

Sohbetimiz süresince fark ettim ki, çok sık su tüketiyorsunuz. Bu bilinçli mi?

- Evet bu bilinçli olarak yaptığım bir şey. Mevsime göre değişiklik gösterse de günde ortalama 2,5 litre su tüketiyorum. Ayrıca su şişesi alışkanlığım var ve bunu herkese tavsiye ediyorum. Çünkü toplum olarak yalnızca susayınca su içen bir yapıya sahibiz. Ve ne kadar su içtiğimin farkına varabilmem açısından da önemli buluyorum bunu.

Çikolatanın dışında bir merakım var. Diyetisyen Melda Demiröz mutfağında ne pişirir ve sokakta ne yer?

- Hazır gıdalardansa, ev yemekelerini tercih ettiğimi söyleyebilirim. Ama bu demek değildir ki, diyetisten Melda Demiröz fast food tüketmiyor. Ancak dikkat etmek durumundayım. Öncelikle sağlığını düşünen bir insan olarak, sonra da diyetisyen kimliğimle buna çok sık izin vermiyorum. Bizim 4 besin grubumuz var. Protein grubu, süt grubu, tahıl grubu ve sebze-meyve grubu. Gün içerisinde mutlaka her gruptan tüketmeye özen gösteriyorum.

Son olarak bu denli çikolata aşığı birisi olduğunuzu ve yemeğe düşkün olduğunuzu söylüyorsunuz; ancak fiziğiniz söyleminizi doğrulamıyor. Burada bir sihir olduğunu düşünüyorum. Siz ne diyeceksiniz?

- Hareketli yapımla, yaşımın genç olmasıyla ve genetiğimle ilişkili olsa da asıl mesele dengeyi sağlamakta. Tükettiğiniz yiyeceklerin yukarıda bahsettiğim 4 gruba dahil olması ve gün içerisindeki bu dengeyi sağlamak sağlıklı bir form tutmanıza yardımcı oluyor diyebilirim.


1 Mart 2013 Cuma

Sosyal Hizmet Uzmanlarının Bireysel Görüşmede Verecekleri Geri Bildirimlere Dair Birkaç İpucu


Sosyal Hizmet Uzmanlarının Bireysel Görüşmede
Verecekleri Geri Bildirimlere Dair Birkaç İpucu


  1. Düzey Tepki: En ilkel tepkidir. Bu tepkiyi verirseniz, hiçbir duyguyu yakalayamazsınız.
  2. Düzey Tepki: Göz teması kurmadan, candan bıkkın bir şekilde geçiştirilerek ya da olgunlaşmamış yorumlar yaparak yanıt vermek sorun oluşturabilir.
  3. Düzey Tepki: Daha kritik olan bu geri bildirimle müracaatçının bulundu yeri keşfedeceksiniz. Sosyal hizmet uzmanlarının en az bu düzeyde tepki vermeleri beklenir.
  4. Düzey Tepki: Bireyin frekansına girilir. Size söylenmeyen, söylenemeyenin ardında yatan duyguya inilir. Senli cümleler kurulur.
  5. Düzey Tepki: Duygunun ekleme yapıldığı bu süreç oldukça risklidir. Eğer gerçek duyguyu yakalayabilirseniz oldukça etkili olabilirsiniz. Ancak yanılıyorsanız tepki alabilirsiniz. Hatalı bir yorumlama, kaş yaparken göz çıkarmaya sebep olabilir.

  • Empati: “Eşim bana güldü. Kendimi çok aptal hissettim. Aşağılanmış gibi hissettim.”

  1. Düzey Tepki: “Karınızın adı neydi?”
  2. Düzey Tepki: “Hı, hı. Anlıyorum.”
  3. Düzey Tepki: “Eşinizin davranışı sizi üzmüş olabilir.”
  4. Düzey Tepki: “Eşinizin bu davranışı sizi endişelendiriyor.”
  5. Düzey Tepki: “Eşinizin sizi çok incittiğini hissediyorum. Bana öyle geliyor ki, ona çok öfke duyuyorsunuz.”

  • Sıcaklık: “Oğlum aslında zeki ama okulda kötü not alıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum.”

  1. Düzey Tepki: “Hangi ders?”
  2. Düzey Tepki: “Hım, anlıyorum. Tabi, zor durum.”
  3. Düzey Tepki: “Oğlunuzun potansiyelini görmemesi sizi üzüyor.”
  4. Düzey Tepki: “Çocuğunuzun okulda başarılı olmaması hem sizi endişelendiriyor, hem de oğlunuz adına endişeleniyorsunuz.”
  5. Düzey Tepki: “Oğlunuzun okul başarısızlığı hem sizi, hem de onu şaşırtıyor olmalı. Onun için endişelendiğinizi görüyorum. Oğlunuzun okulda daha başarılı olabilmesi için ona nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünelim.”

  • İçtenlik: “Kızımı neredeyse evden atacaktım. Söylediğim hiçbir şeyi dinlemiyor. Gözüm onu görmek istemiyor!”
  1. Düzey Tepki: “Kızınız kaç yaşında? Aman canım, zamane kızları işte.”
  2. Düzey Tepki: “Ama bu sizin çocuğunuz; sevmeyi öğrenmemiz lazım.”
  3. Düzey Tepki: “Kızınızın bu davranışı sizi çileden çıkarmış. Genç kızınızla uğraşmakta güçlük çekiyorsunuz.”
  4. Düzey Tepki: “Kendi tecrübelerimden de biliyorum ki, ergenlerle uğraşmak güç oluyor bazen.”
  5. Düzey Tepki: “Ergenlerle iletişim kurmanın zor olabileceğini biliyorum. Hadi sizinle kızınız arasında nasıl daha güzel bir ilişki kurabileceğimizi düşünelim?”

20 Kasım 2012 Salı

HEY! SOSYAL HİZMET UZMANI! ÇALIŞTIĞIN ÖRGÜTÜ/KURUMU TANIMAK İÇİN NELER YAPMAN GEREKTİĞİNİ BİLİYOR MUSUN?


  • Örgütün hangi yasaya bağlı olarak kurulduğunu öğren.
  • Süpervizöründen veya daha deneyimli olan kurum elemanından kurumun amaç, politika ve müdahalelerini nasıl daha iyi anlayabileceğin konusunda sana yol göstermesini iste.
  • Kurumun politika ve prosedürlerini incele. Çalışanların davranışlarını yazan etik yönergeye dikkat et.
  • Kurumun tarihini, misyonunu ve felsefesini açıklayan dokümanları oku. Son 5–10 yılda kurumun nasıl değiştiğini ve kurumun üzerinde ne tür toplumsal ve politik güçlerin önemli etkisinin olduğunu anlamaya çalış.
  • Kurumun amaçlarını, planlarını öğren.
  • Kurumun personel politikasını, iş değerlendirmesinde kullanılan araçları incele.
  • Kurumun bütçesini incele, gelir kaynaklarının neler olduğunu öğren.
  • Yıllık rapor ve istatistik verileri incele.
  • Kurumun performansının ve sağlanan hizmetlerin kalitesini değerlendirmede hangi prosedürleri kullandığını öğren.
  • Kurumun en çok iletişim halinde olduğu kurum ve örgütleri belirle.
  • Kurumun sosyal hizmet elemanlarına ne tür görev, rol ve aktiviteleri tahsis ettiğini sapta.
  • Bu örgütün toplumun değer ve normlarıyla nasıl algılandığını ve toplumun bu örgüte nasıl tepki verdiğini araştır.
  • Bu örgütte ne tür hakların olduğunun ve özlük haklarının farkına var.
  • Bu örgütün nasıl kurulduğunu, örgütte herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığını, değişiklik yapıldıysa bu değişimin neden ve nasıl olduğunu öğren.



Yusuf Adem UZUN
Sosyal Çalışmacı / Social Worker
İstanbul

Ocak, 2010 – Ders Notları

16 Kasım 2012 Cuma

MÜRACAATÇILARIN SOSYAL HİZMET UZMANI'NA GÖNÜLLÜ BAŞVURMASI TEMELİNDE, MİKRO DÜZEYDE ETKİLİ BİR UYGULAMA İÇİN OLUŞTURULAN 7 ETİK İLKE (Biestek)


  • Bireyselleştirme (Individualisation): İnsanların birey olarak kendi koşulları içerisinde değerlendirilmesini, her bir bireyin biricik olduğunu; sorun, yaşantı her neyse özel koşullar içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunur.

  • Duyguların Anlamlı Dışavurumu (Purposeful expression of feelings): Çalışılan kişinin ayıplanmadan, cesaretlendirilerek dinlenmesi gerektiğini, müracaatçıların olumlu ve olumsuz duygularını özgürce dışa vurmaları gerektiğini savunur. Her duygunun insana ait olduğu mesajı verilmelidir.

  • Kontrollü Duygusal Katılım (Controlled emotional involvement): Hem müracaatçının duygusuna bir miktar girip onu anlamayı, hem de dinlediğimiz insanla bizim duygularımızın paralel gitmesi gerektiğini savunur. Ancak kendi duygularımızı ifade etme konusunda dikkatli olunmalı ve karşımızdakine uygun tepkiler verilmelidir.

  • Kabul Etme ( Acceptance): İnsana saygı temelinde gelişen bu ilke; çalıştığımız insanın güçlü ve zayıf yanlarını, duygusunu, varlığını kabul etmeyi, uzmanın müracaatçısını önyargı ve kişisel yargılardan uzak tarafsız bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Esas olan: “Kabul etmek, onaylamak değildir.” farkındalığıdır.

  • Yargılayıcı Olmayan Tutum (Non-judgemental attitude): Müracaatçının kişiliğinin değil, davranış ve tutumlarının değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Onları suçlama ya da onlara masumiyet yükleme reddedilir. Müracaatçıyı anlamaya çalışmak, yargılayıcı tutumu azaltmayı kolaylaştırabilir.

  • Müracaatçının Kendi Kararını Kendisi Vermesi (User self-determination): Özgür koşullar içinde, özgürce karar verebilme sürecidir. Müracaatçılar, kendi kararlarını verebilmek için, uygun kaynaklar konusunda bilgilendirilmeli, onlara alternatif çözüm yolları üretmek için yardım edilmeli ve bunların sonuçları hakkında bilgilendirilmelidir. Müracaatçının kendi kaderini tayin etme ilkesi iki durumda ihlal edilebilir: “Kendisi veya bir başkasına zarar verme söz konusuysa ve verilen karar yasalara aykırı bir durum doğuruyorsa.”

  • Gizlilik (Confidentiality): Mesleki çalışma kapsamında müracaatçının paylaştığı özel bilgileri gizli tutmak gerekmektedir. Ancak bazı durumlarda gizlilik ilkesi şu şekilde ihlal edilebilir: Diğer uzmanlarla birlikte değerlendirme yapma ve ilgili kuruluşlara bilgi aktarma.




Yusuf Adem UZUN
Sosyal Çalışmacı / Social Worker
Istanbul

                          Ders Notları, Nisan 2010